3. Bölüm: Saldırganlık - Kısım 1
Ölümünden sonra Wei WuXian, vücudun sahibinin yüzüne bakmak için yüzünü yıkamak istedi ama odada içmek ya da yıkanmak için bile hiç su yoktu.
Su leğenine benzeyen tek şey, düşündüğü üzere, muhtemelen yıkanmak için değil tuvalet içindi.
Kapıyı itti, fakat kapı bir mandalla tutturulmuştu, herhalde dışarılarda dolanmaması içindi.
Bu şeylerin hiçbiri reenkarnasyon sevincini hissetmesine izin vermiyordu!
Düşündü ki en azından Lotus pozisyonunda oturabilir ve yeni evine alışabilirdi. Zaman su gibi aktı ve gün geçiverdi!
Gözlerini açtığında, güneş ışınları kapı ve pencere boşluklarından odaya sızmıştı. Kalkıp etrafta dolanabilmesine rağmen hala sersem haldeydi.
Wei Wuxian'ın bir anda kafası karıştı, Mo Xuanyu'nun ruhani güçleri görmezden gelinecek kadar azdı, yani vücudunu istediği gibi yönetememesinin sebebi bu değildi.
Peki vücudunu neden yönetemiyordu?
Sonra bir gürültü yükseldi midesinden ve fark etti ki durumuyla ruhani güçlerinin hiç alakası yoktu. Gerçekte bu vücut daha önce hiç oruç alıştırması yapmamıştı ve açlık çekiyordu. Yemek bulmak için çöpleri karıştırmazsa dirilişinin ardından açlıktan ölen ilk şeytani ruh olabilirdi.
Wei Wuxian ayağını kaldırdı, kapıyı tekmelemeye hazırdı, derken bir anda yaklaşan ayak seslerini duydu. Birisi ayağını yere vurarak homurdandı "Yemek vakti geldi!"
Yine de, kapının açıldığına işaret eden bir şey yoktu. Wei Wuxian kafasını eğdi ve kapının dibinde minyatür bir kapı bulunduğunu gördü, önünde küçük bir kase vardı.
Hizmetkâr yine haykırdı, "Hadi çabuk! Ne diye bekliyorsun? Bitirdikten sonra kaseyi dışarı koy!"
Kapı, köpek kapılarından biraz küçüktü- insanların geçmesine izin vermiyordu ancak kaseler içeri kolayca alınabilirdi. Oldukça sevimsiz görünen iki tür yemek ve bir porsiyon pirinç vardı.
Wei Wuxian tatsız tatsız pirince batırılan yemek çubuklarıyla oynamaya başladı.
Yiling Patriarkı ölümlü dünyasına henüz dönmüştü fakat karşılaştığı ilk şey bir tekme ve azardı, hoşgeldin yemeği olarak sunulan yemek artıklarını söylemeye gerek bile yoktu. Kan ve pıhtı neredeydi? Gaddar kıyım? Mutlak yıkım? Kim inanırdı? Ovadaki kaplana, sığ sudaki ejderhaya, tüysüz anka kuşuna benziyordu, avantajını kaybetmiş ve daha zayıf olanlar tarafından hor görülmüştü.
Sonra, dışarıdaki hizmetkâr yeniden konuştu, fakat bu sefer kahkahalarla. "A-Ding!* Buraya gel!"
*A eki hizmetkârların adının başında sık kullanılır, yakın olduğunuz kişilerden bahsederken de kullanılabilir.
Uzaktan tatlı bir kız sesi yanıtladı, "A-Tong, yine oradakine yemek mi götürüyorsun?"
A-Tong cık cıkladı, "Yoksa bu uğursuz avluya neden geleyim ki?"
A-Ding'in sesi yaklaştı, sanki ön kapıdaydı, "Günde yalnız bir öğün götürüyorsun ve tembelliğin de kimsenin umrunda değil. Fazlasıyla sıradan bir görev fakat sen uğursuz addediyorsun. Bir de bana bak. Dışarı çıkıp oynayamayacak kadar meşgulum."
A-Tong şikayet etti, "Yaptığım tek iş ona yemek götürmek değil! Bu günlerde dışarı oynamaya çıkmaya nasıl cesaret edebilirsin ki? Etrafta yığınla yürüyen ceset varken herkes kendini evine kilitliyor."
Wei Wuxian kapının yanına çömeldi ve yerken dinledi.
Görünüşe göre, bir süredir Mo Köyü pek huzurlu değildi. Yürüyen cesetler, adları gibi, hareket edebilen ölü insanlardı, düşük bir seviyedeki bozuk cesetler. Ölü kişi güçlü bir kin gütmediği sürece, yürüyen cesetler genelde donuk bakışlı ve uyuşuktu. Aşırı tehlikeli değillerdi ama özellikle kusturucu kokularıyla normal insanları korkutmaya yeterlerdi.
Bununla birlikte, Wei Wuxian için en sadık kuklalar da onlardı. Hatta bahislerinin geçtiğini duyunca bir aşinalık bile hissetti.
A-Tong somurtuyor gibiydi, "Eğer dışarı çıkmak istiyorsan beni de almak zorundasın ki seni koruyayım..."
A-Ding cevapladı, "Sen? Beni koruyacaksın? Atıp tutmayı bırak. O şeyleri yenebileceğine emin misin?"
A-Tong tadı kaçarak konuştu, "Onları ben yenemiyorsam diğer insanlar da yenemez."
A-Tong güldü, "Yenemeyeceklerini nasıl biliyorsun? Sana söyleyeyim - bugün bazı sihirbazlar Mo Köyü'ne geldiler. Seçkin bir klandan geldiklerini duydum! Hanımefendi ana salonda onlarla konuşuyor ve şehirdeki herkes onları seyrediyor. Gürültüden de mi çıkaramadın? Seninle oynamaya vaktim yok, her an daha fazla iş verebilirler."
Wei Wuxian dikkatle dinledi. Dendiği gibi, güneyden telaşlı zayıf sesler gelmekteydi. Bir süre kafa yordu, ayağa kalktı ve kapıyı tekmeledi. Küt sesiyle kapı açıldı.
O sırada flörtleşmekte olan iki hizmetkâr A-Ding ve A-Tong kapı aniden açıldığında çığlıklar attılar. Wei Wuxian kasesini fırlattı ve gün ışığından irkilerek dışarı çıktı. Elini kaşının ucuna getirerek bir süre için gözlerini yumdu. A-Tong daha az önce A-Ding'den de yüksek çığlıklar atıyorken bir anda karşısındakinin Mo Xuanyu olduğunu fark etti. Herkesin küçük düşürebileceği Mo Xuanyu. Cesaretini yeniden topladı. A-Ding'in önünde kendini utandırdığını düşünerek durumu telafi etmek istercesine yanına zıpladı ve köpek kovarmış gibi ellerini salladı, "Hoşt! Hoşt! Git! Neden çıktın?"
A-Tong ona bir dilenciden veya bir sinekten beter muamele ederdi. Mo ailesinin bütün hizmetkârları Mo Xuanyu'ya çoğu zaman böyle davranırlardı çünkü Mo Xuanyu asla direnmezdi. Wei Wuxian A-Tong'a hafif bir tekme atarak onu yere serdi ve kahkaha attı, "Getir götürcü çocuğun teki ne cüretle diğerlerini böyle aşağılıyor."
Sonra güneydeki kargaşaya doğru ilerledi. Epeyce insan Güney Salonunun içinde ve dışında toplanmıştı. Wei Wuxian tam avluya adım atmıştı ki bir kadın diğerlerinden birkaç kademe yüksek bir sesle konuştu, "Ailemizin genç üyelerinden birisi de bir zamanlar sihirbazlık yapmaktaydı..."
Hanımefendi Mo bir sihirbaz ailesiyle yine bağlantı kurmaya çalışıyor olmalıydı. Wei Wuxian konuşmasını bitirmesini beklemedi ve kalabalığı itip sırıtarak salona girdi, "Geliyorum, geliyorum. İşte buradayım!"
Salonda gösterişli kıyafetlerle oldukça sağlıklı orta yaşlı bir kadın oturmaktaydı, Hanımefendi Mo oydu. Kocası aşağısında, beyaz cüppeli birkaç genç oğlanın karşısında oturmaktaydı. Paçoz bir ucubenin insanların ortasında belirmesiyle tüm çeneler susmuştu fakat Wei Wuxian utanmadan konuştu, donmuş atmosferin sanki farkında değildi, "Az önce beni çağıran kimdi? Efsunkâr olan bir ben vardım!"
Yüzünde fazla pudra vardı ve konuştuğunda etrafa pudra saçılıyordu. Daha genç efsunkârlardan biri pff sesi çıkararak kahkaha atmak üzereydi. Grubun lideri gibi görünen oğlanın onaylamayan bakışıyla yüzü tekrar ciddiyete büründü.
Wei Wuxian sesi takip etti ve etrafı taradı. Hizmetkârların cahillik edip durumu abarttıklarını düşünmüştü ancak şaşkınlıkla gördü ki gelenler gerçekten de seçkin bir klanın öğrencileriydi.
Oğlanlar, dikişsiz kollu cüppeler giyiyor ve uçuşan kuşaklar takıyorlardı, ikemen* gibiydiler ve şüphesiz gözlere ziyafettiler. Üniformalarına bakılırsa GusuLan Klanından geldikleri açıktı. Lan ailesine kan bağıyla bağlı genç üyeler oldukları da belliydi çünkü hepsinin alınlarında parmak genişliğinde, üzerine bulut şekilleri işlenmiş beyaz şeritler takılıydı.
*ikemen japoncada güzel erkekler için kullanılıyor, erkek güzeli diyebilirsiniz
GusuLan klanının sloganı "doğruluktu". Alın şeridi "kendini doğru yönlendirmeyi" ima ediyordu, bulut işlemeleriyse Lan ailesinin resmi işlemesiydi. Diğer ailelerden gelen efsunkârların o işlemeyi giymeye hakkı yoktu. Lan klanından birini ne zaman görse Wei Wuxian'ın karnı ağrırdı. Geçmiş hayatında klanın üniformasını hep yas kıyafetlerine benzetirdi bu yüzden de onları asla karıştırmazdı.
Hanımefendi Mo yeğenini uzun zamandır görmediğinden ağır makyajlı kişinin kim olduğunu anladığında düştüğü dehşetten kurtuldu. Öfkelenmişti fakat sinirlerini bozarak kendini kaybetmek istemedi bu yüzden kocasına doğru fısıldadı, "Onu kim çıkarmış? Çabuk geri götür!"
Kocası hemen gülümseyerek onu sakinleştirdi ve bezdiren bir bakışla Wei Wuxian'a doğru yürüdü, onu çekip almaya hazırdı. Bu arada Wei Wuxian bir anda yere yığıldı, uzuvları sıkıca yere yapışmıştı. Kimse onu kaldıramazdı, yardıma gelen hizmetkârlarlar bile. Hanımefendi Mo'nun yüzü yavaş yavaş solarken kocası da terlemekteydi. Azarladı, "Sen... kahrolası deli! Şimdi geri gitmezsen bekle gör bakalım seni nasıl cezalandıracağım!"
Mo Köyündeki herkes Mo ailesinde birkaç tahtası eksik birinin olduğunu biliyordu, buna rağmen Mo Xuanyu dışarı çıkmaktan korkarak yıllardır o karanlık odada saklanmaktaydı. Hem yüzünün hem de hareketlerinin bir canavarınkine benzediğini gördükten sonra insanlar aralarında fısıldaşarak çıkacak şov için sabırsızlandılar. Wei Wuxian konuştu, "İsterseniz giderim," Mo Ziyuan'ı gösterdi, "Ama önce ona benden çaldıklarını iade etmesini söyleyin."
Mo Ziyuan, dünkü yola getirişinden sonra bu işe yaramaz delide bu kargaşayı çıkaracak yüreğin olmasını beklemiyordu. Yüzü soldu, "Saçmalık! Ne zaman senin eşyalarını çalmışım? Çal-çalmaya ihtiyacım mı var?"
Wei Wuxian cevap verdi, "Evet evet. Çalmadın, yağmaladın!"
Madam Mo henüz bir şey söylememiş fakat Mo Ziyuan öfkelenmişti, onu tekmelemek için ayağını kaldırıyordu. Ancak kılıç taşıyan beyaz cüppeli bir çocuk parmaklarını biraz oynattı ve Mo Ziyuan'ın ayakları kaydı, tekmesi yalnızca sıyırırken kendisi yere kapaklandı. Öyle bile olsa, Wei Wuxian gerçekten tekme yemiş gibi yere yuvarlandı ve cüppesinin önünü açarak herkese Mo Ziyuan'ın dün açtığı yarayı gösterdi.
Diğerleri Mo Xuanyu'nun besbelli kendini tekmelemediğini düşündüler. Mo Ziyuan'ın daima düşüncesiz ve kibirli olması da hesaba katılınca, ondan başka kim olabilirdi? Her ne olursa olsun Mo ailesi kendi öz akrabalarına karşı fazla gaddar davranmaktaydı. Açıkça görülüyordu ki döndüğünde Mo Xuanyu bukadar deli değildi, o halde durumunu ailesi kötüleştirmiş olmalıydı. Bununla beraber, izlenecek gösteri olduğu sürece bir sakınca yoktu. Bu, efsunkârlardan bile daha ilgi çekiciydi!
Şimdiye kadar Hanımefendi Mo, hasta biriyle konuşma zahmetine girmemek için onu görmezden gelmişti. Onu dışarı çıkarmalarını başkalarına emretmişti. Şimdiyse biliyordu - Mo Xuanyu kesinlikle hazırlıklı gelmişti. Zihni tamamen açıktı ve onları kasten utandırıyordu. Hem şaşırdı hem de nefret etti, "Bilerek çıngar çıkardın, değil mi?"
Wei Wuxian şaşkın şaşkın cevapladı, "Eşyalarımı çaldı, ben de geri almaya geldim. Bu çıngar çıkarmak sayılır mı?"
Onları izleyen epey bir çift göz varken, Hanımefendi Mo ona ne vurabilir ne de onu kapı dışarı edebilirdi. İçi öfkeyle doldu ve kendini zorlayarak ancak iki şeyden taviz verdi, "Çalmak? Talan etmek? Bana sorarsan biraz saygısızca. Hepimiz aynı ailenin üyesiyiz, oysa sadece bakmak istemiş. A-Yuan senin küçük kardeşin, birkaç şeyini almasında ne sorun var? Abisi olarak birkaç oyuncağını ödünç vermeye böyle gönülsüz olmamalısın, değil mi? Geri vermeyecek değil ya."
Lan klanından gelen oğlanlar ne diyeceklerini bilemeden birbirlerine bakıyorlardı. Bu genç erkekler bir sihirbazlık klanında yetişmişlerdi, maruz kaldıkları ihtişamdı ve yalnızca ihtişamdı. Böyle bir maskaralıkla muhtemelen hiç karşılaşmamış ve hatta bu türden bir mantığı hiç görmemişlerdi. Wei Wuxian zihninde histerik bir şekilde gülerek elini uzattı, "O zaman iade etsin."
Elbette Mo Ziyuan'ın herhangi bir şeyi iade etmesi imkansızdı, elindekileri ya atmış ya da parçalara ayırmıştı. İade edebilseydi bile, gururu izin vermezdi. Yüzü kızgınlıkla morardı ve bağırdı, "...Anne!" Bakışları sinirden hiddetlendi, sahiden bana böyle muamele etmesine izin mi veriyorsunuz?
Hanımefendi Mo oğluna ters ters bakarak durumu daha da kötüleştirmemesi için işaret verdi. Fakat Wei Wuxian yeniden konuştu, "Eşyalarımı zaten çalmaması gerekirken onları bir de gecenin bir yarısında çalmamalıydı. Herkes erkeklerden hoşlandığımı biliyor. Eğer kendisi utanmıyorsa bile ben iffetli görünmeyi bilirim."
Hanımefendi Mo nefesi kesilerek haykırdı, "Köylülerin önünde ne anlatıyorsun? Ne kadar terbiyesizce! A-Yuan senin kuzenin!"
Taşkınlıkta Wei Wuxian kesinlikle ustaydı. Geçmişte, taşkınlık yapmak istese bile, statüsünü düşünmek zorundaydı, fakat şimdi, zaten deli olduğuna göre istediği her şeyi, istediği şekilde yapabilirdi. Boynunu kütletti, küstahça karşı çıktı, "Kuzenim olduğunu bilmesine rağmen beni görmezden gelmeyi seçti, o zaman hangimiz daha terbiyesiz? Senin itibarın umrumda değil ama benim iffetimi bozma! Hala iyi bir adam arayışındayım!"
Mo Ziyuan sesli bir çığlık atarak ona sandalye sallamaya başladı. Wei Wuxian, öfkesinin sonunda kontrolden çıktığını fark ettiğinde yuvarlandı, kalktı ve sandalyeden kaçtı; böylece sandalye yalnızca yerde parçalandı. Güney Salonundaki insan kalabalığı Mo ailesinin rezilliğini zevkle izlemekteydi lakin kavga başladıktan sonra hepsi kaçıştılar. Wei Wuxian şaşkın şaşkın bakan Lan Klanındaki oğlanların arasına sıvışarak bağırdı, "Herkes gördü mü? Gördünüz mü? Hırsız bir de birini dövüyor! Kalpsizlik!"
Mo Ziyuan onu kovaladı, saldırmaya tam yaklaşmışken oğlanların lideri onu telaşla durdurdu, "Lütfen sakinleşin. Kelimeler silahlardan daha etkilidir."
Hanımefendi Mo oğlanın deliyi kasten koruduğunu anlayarak temkinli bir şekilde gülümsedi, "Benim kız kardeşimin oğlu. Buralarda pek parlak bir itibarı yoktur, Mo Köyündeki herkes deli olduğunu bilir, o da sık sık ciddiye alınmaması gereken tuhaf şeyler geveler. Sihirbazlar, lütfen..."
Cümlesini bitirmeden Wei Wuxian oğlanın arkasından kafasını çıkararak gözlerini dikti, "Kimin sözlerini ciddiye almayacakmışsınız? Bir dahaki sefere, tekrar benden çalmayı deneyin. Çaldığınız gibi o ellerinizden birini keserim!"
Mo Ziyuan babası tarafından zapt edilirken, bunu duyduktan sonra tekrar kendini kaybetmek üzereydi. Wei Wuxian hemen dış tarafa zıpladı ve oğlan girişi çabucak engelleyerek ciddi bir tonla konuyu değiştirdi, "O zaman Batı Avlusunu gece boyunca ödünç alacağız. Lütfen söylediğim şeyleri unutmayım - gece düştükten sonra tüm pencereleri kapayın, dışarı çıkmayın ve en önemlisi; avluya girmeyin."
Hanımefendi Mo, öfkesinden titriyordu, "Evet, evet, lütfen..." Mo Ziyuan inanamayarak, "Anne! Bu deli bir sürü insanın önünde bana hakaret etti, bu kadar mı? Daha önce bana onun yalnız..."
Hanımefendi Mo buyurdu, "Sessiz ol. Geri dönene kadar bekleyemez misin?"
Mo Ziyuan daha önce hiç böyle dezavantajlı olmamış ve hiç böyle rezil edilmemişti, annesinin azarıyla durum daha da kötüleşti. Nefretle düşündü, bu deli, bu gece mahvolacak!
Wei Wuxian çıldırması bittikten sonra Mo ailesinin kapısından çıktı ve yüzünü Mo Köyüne gösterdi. Gerçekte, sayısız insanı şaşırtmasına rağmen yaptığının her saniyesini sevmişti ve sonunda deli olmanın zevkini kavramıştı. Hatta asılmış hayalet makyajını bile onaylamaya başlamıştı, makyajı neredeyse silmek istemeyecekti. Saçını düzeltti ve bileklerine baktı. Kesikler hiç de iyileşiyora benzemiyordu, demek ki böyle hafif bir intikam yasak yöntemin istediği değildi.
Gerçekten Mo ailesini yok etmesi mi gerekecekti?
Dürüst olmak gerekirse pek zor bir görev olmazdı.
Wei Wuxian, Mo ailesinin Batı Avlusuna doğru ilerledi. Lan klanı öğrencileri çatıların ve duvarların tepesinde durmakta ve vakur görünüşleriyle tartışmaktaydılar.
Gusulan Klanı ona karşı yapılan kuşatmaya fazla fazla katkı sağlamışsa da o zamanlar bu kıdemsiz gençler ya henüz doğmamışlardı ya da henüz küçücük çocuklardı. Nefretini onlara çevirmemeliydi, bu yüzden Wei Wuxian oyalanmaya ve neler yapacaklarını gözlemlemeye karar verdi. Bir süre sonra bir şeylerin yanlış olduğunu fark etti.
Çatıların ve duvarların tepesindeki dalgalanan bayraklar neden ona fazla aşina geliyordu?
Bu türden bayraklara "Hayalet Çağıran" denmekteydi. Eğer yaşayan bir insana konulursa tüm ruhları, mağdur hayaletleri, yürüyen cesetleri veya kötücül varlıkları kendine çekerdi; böylece gelenler yalnızca tek bir insana saldırırdı. Bayrağı taşıyan kişi yaşayan hedefe döneceğinden bayrağa "Hedef Bayrağı" da denirdi. Bayrak bir eve de dikilebilirdi fakat evin içinde yaşayan insanların olması şarttı. Böylece, saldırı menzili evin içindekileri alacak şekilde genişlerdi. Bayrağın dikildiği çevrede, fırıl fırıl dönen kara bir rüzgâr misali daima uğursuz bir enerji olduğundan bayrağa "Kara Rüzgar Bayrağı" da denirdi. Batı Avlusundaki bayrak düzenini kurdukları ve herkesin yaklaşmasını engellediklerine göre Yürüyen Cesetleri oraya çekip tek seferde alaşağı edecek olmalıydılar.
Demek ki sihirbazlık dünyası ondan nefret ediyormuş gibi gözükse de hala onun icatlarını kullanıyordu.
Çatıda dikilen bir öğrenci onun gezindiğini görerek konuştu, "Lütfen geri dönün. Burası sizin gibi bir insanın gelmemesi gereken bir yer."
Kovalanmasına rağmen sarf edilen sözler nezaketliydi ve ses tonu da Mo ailesinin hizmetkârlarından farklıydı. Wei Wuxian öğrenciyi savunmasız yakaladı ve zıplayarak bayraklardan birini kapıverdi.
Öğrenci ürktü ve onu kovalamak için aşağı zıpladı, "Hareket etmeyin. Bu almamanız gereken bir şey."
Wei Wuxian koşarken haykırdı, salık saçları ve sallanan uzuvlarıyla gerçek bir deliye benziyordu, "Geri vermem, geri vermem! Bunu istiyorum! Bunu istiyorum!"
Öğrenci birkaç adımda ona yetişti ve kolunu tuttu, "Geri vermezseniz, size vuracağım!"
Wei Wuxian bırakmak istemeyerek bayrağa yapıştı. Oğlanların başı bayrak düzenini ayarlamakla meşguldü ve arbedeyi duyunca hafifçe çatıdan zıpladı, "Jingyi, artık uzatma. Ortamı velveleye verme ve bayrağı al."
Lan Jingyi konuştu, "Sizhui, ona gerçekten vurmadım! Baksana, bayrak düzenini bozuyor!"
Mücadele sırasında Wei Wuxian çoktan elindeki Hayalet Çağıranı kontrol etmişti. Motifler doğru çizilmişti ve büyüler tamdı. Hiç hata yoktu, yani kullanım sırasında hiçbir şey ters gitmezdi. Ancak, bayrağın üzerindeki çizimi yapan kişi pek tecrübeli değildi, bu sebeple bayrak ancak beş li* içindeki kötücül varlıkları ve yürüyen cesetleri çekebilirdi. Gerçi bu yeterdi. Mo Köyü kadar küçük bir yerde şeytani yaratıklar olmamalıydı.
*5 li Çin ölçü biriminde 2880 metreye denk geliyor.
Lan Shizhui ona gülümsedi, "Genç Efendi Mo, hava kararıyor ve biz de yakında yürüyen cesetleri yakalamaya başlayacağız. Gece vakti burası tehlikeli olacak o yüzden mümkün olduğunca çabuk odanıza dönmeniz sizin için en iyisi olur."
Wei Wuxian onu inceledi. Temiz ve saftı, asil bir görünüşle hafifçe gülümsemekteydi. Wei Wuxian onu sessizce onayladı. Düzenle kurulan bayraklar ve saygılı tavırları onu hayret verecek kadar gelecek vaat eden bir öğrenci yapıyordu. Lan klanı kadar tutucu bir klanda kim böylesine bir çocuk yetiştirebilirdi?
Lan Shizhui tekrar konuştu, "Bu bayrak..." Bitirmesine fırsat kalmadan Wei Wuxian Hayalet Çağıranı yere fırlatarak ofladı, "Sadece bir bayrak, bu kadar abartacak ne var? Bundan çok daha iyisini çizebilirim!"
Bayrağı fırlattığı gibi tüydü. Koşuşturmayı izleyen çatıdaki oğlanlar, saçma sapan sözleri duyduklarında kahkahadan neredeyse yere düşeceklerdi. Lan Jingyi de öfkeden kıkırdayarak Hayalet Çağıranı yerden aldı, "Deliye bak!"
Wei Wuxian hiçbir şey yapmaksızın dolanmaya devam etti ve nihayetinde Mo Xuanyu'ya ait olan küçük avluya döndü.
Kırık kilidi ve yerdeki dağınıklığı görmezden gelerek göreceli temiz bir nokta seçti ve lotus pozisyonuna geri döndü.
Gel gör ki, gün ışıkları aydınlanmadan dışarıdaki gürültüler onu meditasyondan çekip aldı.
Bir dizi düzensiz adım hızla yaklaştı, yanında haykırışlar ve çığlıklarla. Wei Wuxian birkaç tabirin tekrarlandığını duydu, "...İçeri dal ve dışarı sürükle!" "Polise haber verin!" "Ne demek 'polise haber verin'? Ölene kadar dövsenize!"
Gözlerini açtığında birkaç hizmetkâr çoktan içeri girmişti.
Tüm avlu ateşle ışıl ışıl olmuştu. Birisi haykırdı, "Manyak katili Ana Salona sürükleyin ve hayatıyla ödetin!"
Yorumlar
Yorum Gönder